İstisnasız bütün şehit yakınlarının ve gazilerin ağzından “Yine olsa yine gideriz” sözleri dökülüyor. Çünkü öyle bir geceydi ki yaşanan… Manevi alemlere kapı açan, cesaretin kitabının yazıldığı gecelerden bir gece…
Çanakkale Savaşı’nda Seyyid Onbaşı’nın 200 küsur kiloluk mermiyi tek başına taşıdığını tarih kitaplarından okuduk. Ama Ömer Halisdemir’in darbecilere tek başına direnmesini, Sabri Ünal’ın üzerinden iki tank geçmesini, kafasının üstünden kurşunlar yağarken Allahu Ekber diye bağıran, çıplak elleriyle tankları durduran insanları gözlerimizle gördük. Kalplerinden korkusu alınmış insanların karşısında kim durabilir ki? Cuntacılar da duramadı zaten, sabaha karşı aziz millete teslim oldular. Aradan koskoca bir yıl geçti. Her aklımıza geldiğinde gözlerimizin yaşarmasına, kalbimizin nefretle çarpmasına engel olamıyoruz hala. Henüz 17 yaşındaki ay yüzlü evlatlarımızın acısı yüreğimizi dağlıyor. Bu güzel. Duygularımızı diri tuttukça, düşmanlar korksun bizden çünkü. Bir de ailesinden birini kaybetmiş olanlar var ki, onlar hala 15’ten 16 Temmuz’a geçememişler. Bitmeyen 15 Temmuzlarını anlatırken, bazı sitemler de birikmiş heybelerinde. “Vatan sağ olsun” diyorlar yine de. En çok bedel ödeyen şehit yakınları ve gazilere üzerinden bir yıl geçen 15 Temmuz’u sorduk.
Gazi bile olamadım, kardeşimi kıskanıyorum
35 yaşındaki işçi Cengiz Hasbal, 15 Temmuz akşamı Boğaziçi Köprüsü’nde cuntacıların açtığı ateş sonucu göğsünden ve kolundan vurularak ağır yaralandı. 19 gün süren yaşam mücadelesini kaybederek şehit olan 2 çocuk babası Cengiz Hasbal’ın kardeşi Hüseyin Hasbal, gözlerinin önünde vurulan kardeşini unutamıyor.
“Haberi aldığımızda abimle beraber köprüye gittik. Kafamıza kurşunlar yağarken bir ses geldi arkamdan. ‘Eyvah’ dedim, bir baktım ki kardeşim vurulmuş, yatıyor. Hastaneye vardığında kalbi durmuş doktorların söylediğine göre. Kalp masajıyla tekrar hayata döndürülmüş, ama beyinde ödem oluşmuş. 19 gün boyunca yoğun bakımda yattıktan sonra şehadetine kavuştu. Kardeşimin eksikliğini çok hissediyorum. 35 sene aynı çatı altında oturduk, hiçbir zaman ayrılmadık. Ben ondan razıydım, bir gün bile tartışıp kavga etmedik. Gözlerimin içine bakıp, ‘abi’ diyerek gözlerini kapayışı… kolay değil bunlar.
Şu an o geceyi hatırladığımda hala tüylerim diken diken oluyor. Biz o gece orada her türlü maneviyatı yaşadık. Rabbim davetini verdiklerini oraya çağırdı. Davetleri alanlar da o mertebeye kavuştu. Bize nasip etmedi Allah. Ben de çok istedim şehit olmayı. Yeri geliyor kardeşimi kıskanıyorum, Allah biliyor. Ben de yalvarıyorum, Allah bana da şehit olmayı nasip etsin diye. O gece mermiler tepemizden uçup gidiyordu, ama bir tanesi bile denk gelmedi, gazilik bile nasip olmadı. Ecdadımız nasıl vatanı için canını feda ettiyse, benim kardeşim gibi şehit olanlar da vatan için oraya çıktılar. Siyasi bir bayrak altında çıkmadılar. Ben hala bir tedirginlik içinde bekliyorum. Türkiye üzerinde oynanan oyunları görüyor ve çok rahatsız oluyorum.”
Takvimler 1 yıl geçti diyor ama
Saraçhane’de şehit olan oğlu Murat Kocatürk’ü siyah kareli gömleğinden tanıyan babası Mehmet Kocatürk, şehidin naaşıyla karşılaştığında ona gülümsediğini, az daha doktor çağıracağını söylüyor. 2 çocuk babası olan Murat Kocatürk, daha önce Türkmen Dağı’nda da şehadeti aramış.
“Aradan bir sene geçti diyorlar, takvim de öyle söylüyor ama bizim için hiç geçmedi. Hep aynı günü yaşıyoruz. Akşam olduğunda resmine bakıp ağlıyorum, sabretmekten başka çaremiz yok. Tek tesellimiz ve sevincimiz şehit olması. Rabbim defalarca rüyamda makamını gösterdi. Güneş ışığı çok mat kalırdı o parlaklıkta. Hatta bir gün ramazan ayında, sahurdan sonra namazı kıldıktan sonra uzandım. Sırt kısmıma dokunan oldu. ‘Oğlum sen mi geldin’ dedim. Bir kucakladı ki, görüntü yok, ama vücudumda kemiklerim birbirine geçecek şekilde sıkıldı. Bu kadar hissediyoruz yanımızda olduğunu. Çünkü şehitler ölmez, biliyoruz. Hatta bir gün kabristana gittiğimizde kızımın 2 yaşındaki çocuğu, ‘abi abi’ diye parmakla gösteriyor. Kızım dönüp bakıyor kimse yok. Sonra diğer tarafa dönerek ‘abi abi’ diyor, yine biz bir şey göremiyoruz. Çocuklara gözüküyor mübarek. Hüzünle sevinci bir arada yaşıyoruz böylece.
Bunca şehit verildi, vatan elden gidiyordu, bunları bizimle birlikte yaşayan Kemal Kılıçdaroğlu ‘adalet’ yürüyüşü diye bir yürüyüşe başladı. O teröristlerle beraber yürümesi bile resmen suçtur. Yasalar bir şey yapamıyor, bu bizim kanımıza dokunuyor. Gittiğimiz bazı devlet kurumlarında bazen alay edilip, aşağılanıyoruz. Devletin vaad ettiği başka, memurların, görevlilerin davranışları daha başka. Bu bütün şehit ailelerinde böyle. Ama kim fazla bağırırsa, kim öne çıkarsa onun istekleri yapılıyor. Bizim gibi savunmasız, hakkını arayamayan kişilerle dalga geçiliyor. Ülkemiz savaşta olduğu için bir şey söyleyemiyoruz. Recep Tayyip Erdoğan, o güzel kardeşimiz gerçekten Allah’ın bir lütfu. Yüz yılda bir gönderilir böyle insanlar. Abdülhamit Han’dan sonra 100 yıl geçti ve Tayyip Erdoğan gönderildi. Allah yar ve yardımcısı olsun.”